Ye Virüsüm Ye (07.05.20 Köşe Yazısı)


Görünmeyen düşmanımızla insanoğlu olarak sürdürdüğümüz mücadelemizde, sanki tüm ülkeler anlaşmış gibi erkenden bir “normalleşme” akımına başladık. Tüm liderlerin ağzında olan türkü de haklı olarak aynı : eskisinden farklı bir normal. Bu farklar da hepimizin bildiği üzere doğrudan sosyalliğimizi biraz olsun kurutmaktan geçiyor. Çünkü, hükümetlerimizin asal enerji kaynağı olan nakit, biyolojik gerçeklerden daha büyük bir sorun olma yolunda. Tabii ki ekonomik sıkıntı da salgın gibi yaşamımızı direk olarak etkileyici bir felaket. Dünya üzerinde (pandemi boyutunda olmasa bile) bazıları yeni tükenmiş bazıları da halen devam etmekte olan viral hastalıkların olduğunu biliyor muydunuz? Sanırım Covid-19 un paranın kalbinde cirit atması onu biraz daha tehlikeli yapmış durumda. Yine bizim hocanın fıkrası gibi olmadı mı sizce de : “Ye virüsüm ye”

Özellikle ülkemiz gibi zor dönemlerden geçip de kendisini pandeminin ortasında bulan ülkeler de hem bu illetten hem de iflas bayrağını çekmekten en az zararla kurtulması gerek. Burada bir paradoksa daha yakından bakalım istiyorum. Hadi o meşhur sözü tekrar hatırlayalım “her şeyi devletten bekleme”. Evet beni bu lafımla ötekileştiren aziz dostum. Biraz da senin tembelliğin, ayaklarına bağ olmuş ve ne dinde ne de modern toplum hayatında yeri olmayan bir takım geleneklerin, bir yerlerde kaybettiğin özgüvenin yüzünden bu haldeyiz. Lakin işin paradoks kısmı da burada başlıyor. Bunlardan kurtulmak için de devletinin verdiği eğitim yeterli oldu mu? Cevabın hayır değil mi.
***
Bu salgın bana bazı kavimlerin bizlere anlatıldığı kadar acıma duygusundan yoksun olduğunu gözlerimin önüne serdi. Özellikle o pratik zekalarıyla ünlü Amerikalıların aslında kendi halklarının canını bile düşünmeyen koca bir lümpenler cumhuriyeti olduğunu tespit ettim. Eh, Ebu Gureybde, Guantanamoda gösterdikleri vicdansızlık vesikaları olan resimlerdeki zihniyetlerini bir kere daha ispat ettiler.
***
Bir gün  köylerine musallat olmuş olan ve yalnızca on erkeğin öldürebileceği cadının işini bitirmek için on garip köylü falanca dağın içindeki mağaraya gitmişler.  Mağaraya girdiklerinde uyuduğunu gördükleri cadı - çok af edersiniz- yellenmiş. Köylülerin beşi cadının yellenmesinden dolayı “korkuyoruz, geri dönelim” deyip tabanları yağlamışlar. Günün sonunda cadı mağarada kalan beş köylü de beklenmeyen misafirlerden kaçanları da sırayla öldürmüş. İşte bizim paramızın döviz karşısındaki hikayesi de aynen böyle. Kalıp köyü savunsalar da mağarada cadının işini bitirseler kurtulacak paramız ama... Nerdeeee...
***
Aile kurmak zordur azizim. Hele bu devirde cebe de zihne de akıl durgunluğu verir. Ancak mutlu aileni kurdun mu senden keyiflisi kalmaz dünyada. Bir de bu aile kurma işini gösterip kararmış ruhlarıyla onu perişan edenler var. İşin aslı nedir bilinmez. Daha dün bir baba Covid-19 tedavisi gören oğlunu hastanenin içinde yastıkla boğuyor. İtiraf etmeye gitmese hiç bir şey olamamış gibi yaşayacaktı hayatını. Bir de kendisinin eski futbolcu olduğunu öğrenmemiz yok mu... Geçmiş hayatını bilmem, takip de etmedim. Çevik midir orası size kalmış. Ancak ne zeki ne ahlaklı olmadığı kesin.

***
Bu yazımın ruh reçeteleri şunlardır
-Azam Ali’nin herhangi bir albümünü dinleyin
-Saramago’nun Körlüğünü okuyun
-Ayın tabak gibi olduğu şu gecelerde gökyüzüne bakın.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Maskeler Bizi Öldürüyor (Cahil-i Cühela 2.Bölüm)

Masayı Dinleyin (Küçürek Öykü)

En Ağır Hakaretler Kendime (Cahil-i Cühela 1.bölüm)