Kayıtlar

2020 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Oyuncak (O da nesi?)

Resim
Ne kadar büyükler değil mi? Akıl alacak gibi değil. Uçsuz bucaksız toprakları var. Çünkü bu toprakların böyle olmasını sağlayan askerleri var. Cengiz, Sezar, Mehmet … Onların da benzerlikleri var. Üçünün de imparatorluklarının sınırından daha geniş hayal güçleri var. Hayal ettiler ve başardılar… Çünkü bunu oyuncaklara ya da oyuncağa benzettiklerine borçlular. Evet… Bildiğimiz oyuncak. Oyuncakların ilk örnekleri onlardan da eskiye, tarih öncesine dayanır. Biz o devirlerde mağara oyuklarını, duvar resimlerini de oyuncak olarak kullanıldığını görmekteyiz. Helenistik döneme ait bir at arabası Actionman Oyuncaklar aslında bizi biz yapan ilk dokunuşlarımızdır. Savaşçı, sakin, eğlenceli, analitik düşünebilen insan olmamızı da oyuncaklarımıza borçluyuzdur. Hatta size bir sır; gelişmiş ülkelerde Barbie ve Actionman   gibi kusursuz figürlerin olması batılı çocukların ideallerinin sınırsız olmaması istenmesidir. Biz de kendi kültürümüz ve sanatımızda bu gibi tip özellikler görüyoruz. Örneği

Sokak Lambası (Küçürek Öykü)

Resim
  Memur ,her gün olduğu gibi, ay dede kendini belli etmeye başladığında evinin bulunduğu sokağa girdi. Ve yine her gün olduğu gibi karısı onu balkonda bekliyordu. Derken memur iri cüsseli bir adamla çarpıştı. ‘Sen ayık halde böyleysen benim kadar içince neler yaparsın kim bilir. Baksana! Şu sokak lambasının rengi sarı mı, turuncu mu?’. Memur kör kütük sarhoş olan adamdan kurtulmak için ‘Sarı’ dedi. ‘Evet. Aynen öyle. Aynen öyle’. İki adım sonra bir çarpışma daha yaşandı. Çarpıştığı adam namlı bir kaçakçıydı. ‘Bir daha önümden geçerken dikkat et. Dua etki şu sokak lambasının rengini düşünüyorum. Sahi sen söyle bakalım bu sokak lambası sarı mı, turuncu mu?’. Memur bu adamdan korkarak ‘Sa..Sarı’ dedi. ‘İyi ki bu cevabı verdin. Eğer turuncu deseydin seni delik deşik edecektim. Şimdi toz ol!’ . Memur biraz daha yürüdü ve bir çarpışma daha yaşandı. Bu sefer ki adam elindeki otomatik silahı sıkı sıkı tutan bir militandı. ‘Önüne bak seni devletin kölesi. Silahımı düşürecektin. Sana ne sordu şu

İncir Kuşları (BiKitap)

Resim
Sırplar yüreğimi ateşe tuttular.   Ben hiç yanmadım. Geceleri soyunup koynuma girdiler. Ben hiç sevişmedim. Atalarıma küfürler savurdular. Ben hiç duymadım. En sonunda beni hamile bıraktılar. Ben hiç doğurmadım. İncir Kuşları 20. yüzyıl sonlarında yaşanmış bir savaşın trajik yüzünü olağanca gerçekçiliği ile yüzümüze vuruyor. Bosna'da Avrupa'nın gözlerinin önünde yaşanan soykırımı, ırza tecavüz ve insan hakları ihlallerini kemiklerinize kadar yaşıyorsunuz. Kitap baş karakterimiz Suada'nın konservatuardan Tarık adlı bir gence aşık olmasıyla başlıyor. Başarılı sanatçımızın mutlu olduğu anlar ise çok erken sona erip kendisini bir anda barbar bir düzenin içinde buluyor.  Eser tüm cefakar Boşnak halkına ithaf edilmiş. Yazarın Boşnak kültür ve diline de -oralı olmamasına rağmen- bu kadar hakim olması muazzam bir olay. Sanırım yerli ve milliliğin moda olduğu günlerde yerli ve milli Khaled Hosseini'mizi bulduk diyorum. Eser, Sinan Bey'in okuduğum ilk eseri olmasına rağmen ka

Zelzele Rezilleri (01.11.2020 Köşe Yazısı)

Resim
  Büyük İzmir büyük bir depremle sarsıldı. Sarsılan İzmir olsa da Türkiye’nin dört bir tarafındaki iyi kalpli insanlar sayısınca yaralımız var. Depremin canını yakmadığı kişilerin sıralı listesi ise şöyle: Ordaydımcı primciler Umurumda değilci cadılar bayramcıları. Zinaya, alkole, LGBT ve siyasi partilere dem vuranlar. Tedbirden bihaber yöneticiler. Malzemeden çalan inşaatçılar. Arama kurtarma ekibinin işini güçleştiren birtakım bilgisiz basın ordusu. Hırsızlık yapmak için üşenmeden İzmir’e giden dokuz canlı. *** Cansız bedenlerine ulaşılan ve sayıları her geçen dakika artan onlarca kişinin mirasından ders çıkarıp çıkarmadığımız ise bir sonraki afette anlaşılacak. Hepsine dua ve rahmetle... *** İktidarı Covid-19 vuruyor. Bakana ve sözcü beyefendiye geçmiş olsun diliyorum. Tez zamanda yeniden aramıza döneceklerdir inşallah. Lakin anayasa profesörü Burhan Bey malesef artık aramızda değil. Bizler onu korkunç haberlerle hatırlasak da onun da mirasından çıkaracağımız i

Şiir-1

Resim
Eğer bizim oğlanlar döğüşmüyorsa Savaş yalnızca tantanadır Nazlı kızlar gibi uzak şimdi O kutlu geçmiş seneleri Yolumuz bir Frenge Birde virane Tahranadır Asker yolu gözleyen ananın Yazması ekseri kapkaradır Biri mavi çini görüntüsü Biri dağda kuş ötüntüsü Hem Hakkari hem Semerkant Yüreğimde ikisi de yanyanadır Bin engel bize karşın Kırk yıllık dost gibi kolkoladır Masamız cephelerimiz Sakiler erenlerimiz Senin yolundan dönen ise Zampara oğlu zamparadır   (CUMHURİYET BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN)

Bisiklet (O da nesi?)

Resim
  Hiç beş seneden fazla kullandığınız telefonunuza dokundunuz mu? Bazı zamanlar gereksiz ısınıyor değil mi? Sanki patlayacak gibi oluyor hatta. İşte üzerinde yaşadığımız dünyamızda son yıllarda başına gelen şey tam da bu. Fazla ısınıyor. O kadar çok ısınıyor ki konunun uzmanları yaz mevsimlerinin eylülle beraber dört ay gibi bir sürede sayılmasını istedi . Bu ısınmanın birkaç sebebi var. Bu sebeplerden hepsi temelinde kontrolsüz artan insan nüfusunu bulunduruyor. Sadece son yüz senede nüfusumuz tam altı kat arttı. Buna oranla tüketim talebini karşılamak için kurulmuş sanayi alanları, otomobiller, kimyasallar ve doğayı delik deşik eden madenlerde artış gösterdi. Böyle giderse ve biz yerleşecek alternatif gezenler de bulamazsak dünyamız patlamasa da türümüzü çok yakın gelecekte def edecek. Tıpkı bizim def ettiğimiz yüzbinlerce tür gibi. Hemen karamsar olmaya gerek yok. Bazı çözüm yolları var ve başvurmak için hiç de geç değil. Plastik yerine geri dönüştürülebilir cam ve kağıtları k

Yıldırım Baba (Küçürek Öykü)

Resim
Çocuk, mavi gözlerini ihtiyara doğrultup ‘’Dede, bu adama neden böyle garip bir isim vermişler?’’ diye sordu . Yaşlı adam fatihasını bitirip çatlamış avuç içlerini suratına sürdü ve ‘’Yıldırım baba padişahın askerlerinden, köpeklerden ve yıldırımdan korkarmış evladım. Bir gün çarşıda denk geldiği askerlerden hiç sebep yokken kaçmaya başlamış. Girdiği bir sokakta iki iri köpek görünce şehrin dışındaki ormanlığa kadar gitmiş. Bir çam ağacının altında beklerken üzerine düşen yıldırımla oracıkta ölmüş. Başlayan her fırtınada kasabaya inen ilk yıldırım onun mezar taşına düşer. İşte evladım korkuları onu canından eden adam yine korkuları sayesinde kasabamızın efsanesi oluvermiş’’ dedi.

Toprak Altı (Küçürek Öykü)

Resim
‘’Merhaba’’ dediğini duyuyorum sevgilim. A evet! ‘’Buradan duyulur mu?’’ diye soruyorsun. Yine sürmüşsün gözlerine karaları. Aynı karalardan tırnak diplerine de çalınmış. ‘’Oradan görülür mü?’’ diye sorma lütfen. Sevda, toprağın altını görmek ve dinlemek demektir.

Asırlık Kale (Küçürek Öykü)

Resim
     Kocaman gözlerimde ışıldayan bir kaledir o. Her gece arabamı park eder ve önünde biramı yudumlardım. Birkaç kez bekçilerin küfürlü ‘git’lerine maruz kalsam da bu kalenin bekaretine hiçbir zarar vermedim. Aksine, kırmızı boyalarıyla onu kana bulamak isteyen üç genci, surlarına işemek için gelmiş iki sarhoşu ve dışkısını kale girişine bırakmış olan bir köpeği taşlar ve bıçaklarla öldürdüm. Evet! Birkaç candan tasarrufa gitsem de asırlık kalemiz hala ilk günkü gibi ayakta. 

Ye Virüsüm Ye (07.05.20 Köşe Yazısı)

Resim
Görünmeyen düşmanımızla insanoğlu olarak sürdürdüğümüz mücadelemizde, sanki tüm ülkeler anlaşmış gibi erkenden bir “normalleşme” akımına başladık. Tüm liderlerin ağzında olan türkü de haklı olarak aynı : eskisinden farklı bir normal. Bu farklar da hepimizin bildiği üzere doğrudan sosyalliğimizi biraz olsun kurutmaktan geçiyor. Çünkü, hükümetlerimizin asal enerji kaynağı olan nakit, biyolojik gerçeklerden daha büyük bir sorun olma yolunda. Tabii ki ekonomik sıkıntı da salgın gibi yaşamımızı direk olarak etkileyici bir felaket. Dünya üzerinde (pandemi boyutunda olmasa bile) bazıları yeni tükenmiş bazıları da halen devam etmekte olan viral hastalıkların olduğunu biliyor muydunuz? Sanırım Covid-19 un paranın kalbinde cirit atması onu biraz daha tehlikeli yapmış durumda. Yine bizim hocanın fıkrası gibi olmadı mı sizce de : “Ye virüsüm ye” Özellikle ülkemiz gibi zor dönemlerden geçip de kendisini pandeminin ortasında bulan ülkeler de hem bu illetten hem de iflas bayrağını çekmekten en

Masayı Dinleyin (Küçürek Öykü)

Resim
Uzaktan yapılan en iyi eylem bir muhabbet kapısının bezirganı olmaktı. Ben de bu görevi elimden geldiğinin en iyisiyle yaparım. Ellerim, gözlerim, ağzım ve kollarım olmamasına rağmen. Bir masa için bundan daha başarılı görev ne olabilir.

Dünyanın En Güzel Gülümsemesi (Küçürek Öykü)

Resim
Karşılaşacağımız günün ‘En güzel gülenler’ ödül töreninin bitimine denk geleceğini bilmezdim. Çünkü tanıdığım en iğrenç gülüşe sahip adam oydu. Kutlamak için iki kadeh şampanya ile yanına gittim. Gerçekten çok değişmiş, dişleri bembeyaz olmuştu. ‘’Başarı bizim için ailemiz için tesadüf değildir’’ dedi ve hemen yanımızda uzun boylu bir kadınla işaret dilini kullanarak konuşan adamı gösterdi ‘’Bu beyefendi benim kardeşim. Onu da dünyanın en iyilik sever kişisi yarışmasına aday göstereceğiz’’. ‘’Nasıl olacak o? Bunu hak edecek ne yaptı?’’ diye sorduğumda kardeşi olarak gösterdiği adamın dişsiz ağzını açarak bize gülümsediğini gördüm.

İki Yüz Kırk Dört Numaralı Hasta(Küçürek Öykü)

Resim
Yazmayı bitirdiği romanıyla birlikte kalktı masadan iki yüz kırk dört numaralı hasta. Şöminenin yanına gitti ve ilk sayfadan okumaya başladı. Hiç durmadan, tam elli iki saat okudu. Son kelimeden sonra kapadı kitabı ve hiç sönmeyen şöminenin içine attı. Masaya geri döndü ve ‘’Doğruları söylemeyen bir kalemim ben’’ deyip hıçkıra hıçkıra ağladı.

Çolak Kız (Küçürek Öykü)

Resim
Zaman, mekan, kişi ve duyguların herhangi bir önemi olmadığı herhangi bir çağda, kolunu bombalarla yıkılan evinin altında bırakan çolak bir kız çocuğunun sadece bir tane oyuncak bebeği vardı. Kız çocuğu defterlere tanışana kadar oyuncak bebeğine anlattı günlerinin nasıl geçtiğini. Her gün doğumunda sahibine daha çok benzeyen oyuncak bebeğinin de artık kolu kalmayınca , koca koca kutuların içinden çıkan defterlerle tanıştı çolak kız.

Topraklarımıza Hizmet (Küçürek Öykü)

Resim
Kendisi hakkında hep bir ağızdan ‘’Özledik’’ diye  konuştuğumuz topraklara yeniden kavuşmanın mutluluğunu anlatamam. Sırtıma değen kumların, benim atalarımın , eşimin ve komşularımın atalarının kan ve terleriyle sulandığını bilmek, hareketsiz bedenime tarifsiz bir mutluluk ikram ediyor. Çabuk dindar köpek, bitir okuduklarını ve ört üzerimi. Artık mukaddes sevgilimin olan diyarların ağaçlarına, böceklerine ve yılanlarına şifa olma görevime başlayacağım.

Tavsiye (Küçürek Öykü)

Resim
Tavsiyelerine devam etmemesini söylememe rağmen her geçen gün yenileriyle karşıma çıkınca parlak bir hançerle aramızdaki husumeti sona erdirdik. Aynı akşam nöbetçi hâkimin tavsiyelerini dinledim. Bir hafta sonra gardiyanın tavsiyelerini dinliyordum. Bir ay sonra eski umumi tuvaletçi, kıdemli mahkum Abbas ağabeyimin tavsiyelerini dinliyordum. Katil taifesine göre etrafımdaki tavsiyelerin bu denli artmasını sağlayan şey bir anlık cesaretti. Benden size bir tavsiye : Ağır gelecek cesaretiniz tavsiyelerine kulak asmayın.

Duvarlar İçerisinde (Küçürek Öykü)

Resim
Kalın duvarların içinde yirmi senemi çürüttüm. Üç kişi eden ailemin altmış senesi eder. Altmış sene boyunca , ki  bu süre üçüncü dünya ülkelerinde bir insan ömrüdür, onca katille, onca batakçıyla ve onca anarşistle tek ortak noktamız annemiz gibi büyütüldüğümüz düzenden , affedilmişlik namına bir şey görmememizdi.

Birisi Ölüyor (Küçürek Öykü)

Resim
Bir Amiş olarak yaşadığım dünyaya, kırık kaldırım taşları üzerinde, aynı taşların sivri kenarlara çarpa çarpa, düşme tehlikelerinin en büyüğünü yaşayarak seslendim tüm ömrüm boyunca. Doğaya kusmadan, kuşları küstürmeden, balinaların sevişmelerine dur demeden, kızıl gelincik tarlalarını izmaritlerimle yok etmeden… Bundan dolayı doğa, barakamda, tek başıma ve kırık bir çekyatın üzerinde beni toprağına hapsetmek üzereyken teşekkürlerini acılarımın hafifliğiyle sunuyordu. Bense ona, yüz yıllık dostum olan ‘yaşam’ isimli gecemin son dansına, tebessüm çiçeklerimi toplayarak gittim.

Tanrıverdi Efendi (Küçürek Öykü)

Resim
 Tanrıverdi Efendi tam kırk senedir kendi yüzünü görmemiş olan, yaşlı, modernizm sonrası bireylere özgü tonla hastalıktan muzdarip , kementlerle sıkıştırılan boğalar gibi kendisine özgü asabi hallere sahip birisiydi. Aynalara olan bu küskünlüğün nerede başladığına yönelik çeşitli tevatürler dolaşsa da kimse bu işin gerçeğini kavramış değildi. Gel gelelim yıllar sonra ilk kez, kendisine çarpan eski model bir arabadan fırlayıp yaşlı bedeninin devrildiği yönün tam karşısında duruveren ıslak bir dikiz aynasında gördü yüzünü. ‘’Bu oluk oluk boşanan kan yıllardır mı burada? Elmacık kemiğime saplanmış olan demir parçasını kaç yıldır taşıyordum?’’ oldu son düşünceleri.

Bir Sanatçı (Küçürek Öykü)

Resim
Nitelikli ama pahası düşük eserler üreten bir sanatçıyım ben. Her sabah tuvallerimi, fırçalarımı ve renklerimi özenle seçerek başlarım eserlerime. Bir kat çalışırım beyaz yüzeylere, bir kat daha çıkarım, bir kat daha çıkarım. Günün sonunda sergilediklerimi hiçbir müze ya da galeri karşılayamaz. Ancak iş vesikamda ‘’hastane temizlikçisi’’ yazar.

İkizler ve Kavunlar (Küçürek Öykü)

Resim
‘’…kadar’’ dedi ve ağzından çıkanları bir bir tahtaya nakşetti genç öğretmen. Masasına oturdu ve ıkınarak tahtadakileri defterlerine geçiren öğrencilerini izlemeye koyuldu. En arka sıralardaki ikizler hariç kimse konuşmuyordu. ‘’Kavun kadar’’ dedi daha kara benizlisi. Sarı olan ‘’Kavun ne ağabey?’’ dedi. ‘’Sarı olur’’ dedi ve kardeşinin sırasından silgiyi aldı ‘’Hatırlamadın mı?’’. Küçük olan ‘hayır’ der gibi kafasını sallayınca ‘’Geçen yaz çayırda yediğim, sen susuzluktan ağlayınca da yarısını sana kırdığım meyveyi hatırladın mı peki?’’. Gülümsemesini sınıftaki herkesin duyacağı bir ‘’evet’’ takip etti.   İşte o sarı çocuk kırk iki sene on ay beş gün yirmi iki saat sonra kara benizli abisinin beyazlamış cesedini soktukları mezara iki parça da kavun kırdı.

Çorap Satan Kadın (Küçürek Öykü)

Resim
Kısıtlı imkanların içinde yaşamaya çalışan çorap satıcısı çingene kadın , yayından fırlamış demirden bir ok gibi ayrıldı tezgahından. Yolun karşısındaki sakallı adamı sakallarından kavradı. ‘’Git buradan yüzyılların cehalet memba’’ diye haykırdı tanrıtanımaz fakat itaatkar adamın suratına. Adam üzerine çullanmış bu öfkeli girdaptan söve söve uzaklaşınca çingene kadın dizlerini büküp dayak yemekten bitap düşmüş köpeğin yanına oturdu. İkisinin de çenelerinden akan yaş ve suratlarındaki gülümseme henüz kıyamet çağının gelmediğini kanıtlayan bir vesika gibiydi.

Kralın binası ( Küçürek Öykü)

Resim
Olarak, olmayarak birkaç tuğlayı üst üste dizdi haşmetli kral. Kazdı çamurdan, kerpiçten harcını. Binası bitince geçti karşısına düşündü. ‘’Renk gerek’’ diye bağırdı. En sadık on askeriyle birlikte, derince bir kovanın içine soktular bileklerini ve hançerlerini damarlarının üzerine sürdüler. Şimdi o haşmetli kral ve on sadık adamı yoklar. Fakat inşa edilen en güzel binanın içinde dünyanın en mutlu halkı yaşıyor. Duvarlarındaki kırmızıysa tabiata ve ona tabii olanlara en güzel hediye oluyor.

Girizgah : Neden blog? Ne için blog? Nereden çıktı bu blog?

Resim
Dostlarım! Yazının insana tanrı tarafından bahşedilmiş en büyük armağanlardan birisi olduğu su götürmez bir gerçektir. Ona göre biz homo sapiens ’in tarihini hep bu olguyla başlatır ve bu türün izlerini yazının parmak izleriyle takip ederiz. Birikerek çoğalan ‘’bilgi’’ kültürünü de yazıyla doğurup büyüttüğümüz belki modern çağda görselliğe teslim ettiğimiz gerçeği de var tabi. İşte şu günlerde ısıtma teknolojileriyle rahat evlerimizde oturuyorsak, tıp gereklilikleriyle ömrümüzü ilk çağ insanlarına göre uzatabildiysek veyahut aşkımızı ilan etmek istiyorsak tüm bu olayların kemiklerinde yazının varlığına rastlarız. Bugünün dünyası tüketme kolaylığı açısında video ve resimleri bizlere dikte etse de gelecekte dahi yazı en yararlı iletişim kaynağı olarak bizimle yolculuğunu sürecek. Ancak bir geçeklik var ki kesinlikle es geçmemelisiniz. Paylaşılmayan yazının sahibinden başka kimseye faydası yoktur. İşte bende bu gerçekliği kendime kazandırmaya çalıştığım bu çağda yazılarımı teknoloji

Eskiden anne (Küçürek Öykü)

Resim
Bebeğimi kucağıma aldığımda onun ve benim üzerimize giydirilmiş "ölüm" adlı gömleğin ipliklerini hissedebiliyordum. Buna , onun benden önce ölmesi korkusuna, dört saniye daha katlanamayacağımı fark edip pencereden aşağıya kendimi bıraktım ama onu beşiğine yatırmayı unutmuştum.